Fahrenheit 451, kağıdın ateş olmadan tutuşabileceği derece…
Kitabı
yine bir Mayıs ayında Kocaeli Kitap Fuarı’ndan almıştım. Okumaya ise ramazan
ayında işten çıkışlarda başladım; aç karına.
Yazarımız geleceğin Amerika’sında,
itfaiyecilerin yangın söndürmek yerine kitap yakması olaylarını işlemiş.
Açıkçası ilk bölümlerde, kitap bana durgun gelmişti. Taa ki kahramanımız olan
Guy Montag, bana yakın çevremdeki bir kişiyi hatırlatan Claisere ile tanışana
kadar. Claisere o kadar sevimli o kadar tatlı geldi ki bana, onun adı geçtiği
yerleri pür dikkatle okur oldum. (Claisere’yi okurken yakın çevremdeki kişiyi
daha da bir çok sevdim nedense). Küçük kız olan Claisere olmasa aslında
kahramanımız bir hiç olurdu. Küçük kızımız o gelecekte ki dünyada hayatı tam
anlamıyla yaşayan ender kişilerdendi. İtfaiyeci olan kahramanımız, kızımızın
fikirlerinden çok etkilendi ev o da artık hayatı sorgulamaya başladı kitabın
ilerleyen sayfalarında. Ama ne yazık ki küçük kızımız öldü(rüldü) -ve bu beni
çok üzmüştü-.
Kahramanımız artık hayata at
gözlüklerini çıkarmış bir vaziyette bakar oldu. Eşi, eşinin arkadaşlarının ve
çevresindekilerin ne kadar dar zekalı (computer brain) olduğunu gördüğü vakit,
beyninde artık bir virüs vardı. Ama bu virüs yararlı bir virüstü. Kitap yakmaya
gittiği evlerden birinden, evin sahibesinin kitaplarla birlikte yanması
olayından sonra dayanamayıp gizlice bir kitap çalmış oldu kahramanımız. Kitabı eve getirip okumaya
kalkışması ve eşiyle beraber tartışmaları evde bir deprem yaratmıştı.
Kahramanımız artık olayları iyi
kavramıştı ve eskiden tanıştığı ve kitap gizlediğinden şüphelendiği bir
profesörü aradı ve yardım istedi. Profesör ilk başlarda temkinli davransa da
kahramanımızın iyi niyetini anladı ve kahramanımıza yardım etti. Profesörle
birlikte planlar yaptılar ve profesör geliştirdiği gizli bir kulaklık/mikrofon aletini,
iletişimleri hep devam etsin diye bizimkine verdi. Tabii bu sıralarda kahramanımız
bir şeytanlık yapmış oldu ve bir kitabı itfaiye şefinin evine koyup ihbar etti.
Yaptığı diğer bir şeytanlık ise , (işte bu gerçek bir şeytanlık) ne yazık ki
eşinin arkadaşlarına kütüphanesini ifşa etmek oldu.
Bu sırada iş yerinde işler pek
iyi gitmemekle beraber patronu kahramanımızdan şüphelenmiştir ve çaldığı kitabı
geri istemiştir. Kahramanımız kitaplarından sadece bir tanesini patronuna
teslim etmiştir. İlerleyen zamanlarda tekrar bir ihbar alırlar ve aldıkları
adres kahramanımızın başından aşağı kaynar sular dökülmesine sebep olur. Eve
gittiklerinde yani kahramanımızın kendi evine, çok dirensede evin yanmasına
engel olamaz. O sırada kahramanımızı patronu tutuklamak ister ve silahlar
çekilir neyse ki kahramanımız sadece ayağından yaralanır ve kaçmaya başlar.
Artık şehirden uzaklaşması gereken kahramanız büyük bir kararsızlıkla profesöre
gider ve kokusunu kamufle etmek için profesörün eski elbiselerini giyer,
dağlara –çok uzaklara- kaçar.
Kaçtığı yerde kendini çok yalnız
hisseder fakat öyle değildir. Ürkmekle beraber, bir grupla tanışır. Gruptaki
herkes, kütüphaneleri ifşa olmuş olup kaçmayı başarın kişilerdir. Gruptakiler
ise buna rağmen ünlü yazarların kitaplarını beyinlerine kazımışlardır.
Kahramanımız da onlara katılarak bekler; belki bu zihniyetin bitmesini belki de
hayatının bitmesini….