18 Eylül 2015 Cuma

Ray Bradbury - Fahrenheit 451


                Fahrenheit 451, kağıdın ateş olmadan tutuşabileceği derece…

                Kitabı yine bir Mayıs ayında Kocaeli Kitap Fuarı’ndan almıştım. Okumaya ise ramazan ayında işten çıkışlarda başladım; aç karına. 
Yazarımız geleceğin Amerika’sında, itfaiyecilerin yangın söndürmek yerine kitap yakması olaylarını işlemiş. Açıkçası ilk bölümlerde, kitap bana durgun gelmişti. Taa ki kahramanımız olan Guy Montag, bana yakın çevremdeki bir kişiyi hatırlatan Claisere ile tanışana kadar. Claisere o kadar sevimli o kadar tatlı geldi ki bana, onun adı geçtiği yerleri pür dikkatle okur oldum. (Claisere’yi okurken yakın çevremdeki kişiyi daha da bir çok sevdim nedense). Küçük kız olan Claisere olmasa aslında kahramanımız bir hiç olurdu. Küçük kızımız o gelecekte ki dünyada hayatı tam anlamıyla yaşayan ender kişilerdendi. İtfaiyeci olan kahramanımız, kızımızın fikirlerinden çok etkilendi ev o da artık hayatı sorgulamaya başladı kitabın ilerleyen sayfalarında. Ama ne yazık ki küçük kızımız öldü(rüldü) -ve bu beni çok üzmüştü-.
Kahramanımız artık hayata at gözlüklerini çıkarmış bir vaziyette bakar oldu. Eşi, eşinin arkadaşlarının ve çevresindekilerin ne kadar dar zekalı (computer brain) olduğunu gördüğü vakit, beyninde artık bir virüs vardı. Ama bu virüs yararlı bir virüstü. Kitap yakmaya gittiği evlerden birinden, evin sahibesinin kitaplarla birlikte yanması olayından sonra dayanamayıp gizlice bir kitap çalmış oldu  kahramanımız. Kitabı eve getirip okumaya kalkışması ve eşiyle beraber tartışmaları evde bir deprem yaratmıştı.

Kahramanımız artık olayları iyi kavramıştı ve eskiden tanıştığı ve kitap gizlediğinden şüphelendiği bir profesörü aradı ve yardım istedi. Profesör ilk başlarda temkinli davransa da kahramanımızın iyi niyetini anladı ve kahramanımıza yardım etti. Profesörle birlikte planlar yaptılar ve profesör geliştirdiği gizli bir kulaklık/mikrofon aletini, iletişimleri hep devam etsin diye bizimkine verdi. Tabii bu sıralarda kahramanımız bir şeytanlık yapmış oldu ve bir kitabı itfaiye şefinin evine koyup ihbar etti. Yaptığı diğer bir şeytanlık ise , (işte bu gerçek bir şeytanlık) ne yazık ki eşinin arkadaşlarına kütüphanesini ifşa etmek oldu.
Bu sırada iş yerinde işler pek iyi gitmemekle beraber patronu kahramanımızdan şüphelenmiştir ve çaldığı kitabı geri istemiştir. Kahramanımız kitaplarından sadece bir tanesini patronuna teslim etmiştir. İlerleyen zamanlarda tekrar bir ihbar alırlar ve aldıkları adres kahramanımızın başından aşağı kaynar sular dökülmesine sebep olur. Eve gittiklerinde yani kahramanımızın kendi evine, çok dirensede evin yanmasına engel olamaz. O sırada kahramanımızı patronu tutuklamak ister ve silahlar çekilir neyse ki kahramanımız sadece ayağından yaralanır ve kaçmaya başlar. Artık şehirden uzaklaşması gereken kahramanız büyük bir kararsızlıkla profesöre gider ve kokusunu kamufle etmek için profesörün eski elbiselerini giyer, dağlara –çok uzaklara- kaçar.
Kaçtığı yerde kendini çok yalnız hisseder fakat öyle değildir. Ürkmekle beraber, bir grupla tanışır. Gruptaki herkes, kütüphaneleri ifşa olmuş olup kaçmayı başarın kişilerdir. Gruptakiler ise buna rağmen ünlü yazarların kitaplarını beyinlerine kazımışlardır. Kahramanımız da onlara katılarak bekler; belki bu zihniyetin bitmesini belki de hayatının bitmesini….









2 yorum:

  1. Fahrenheit 451 okumayı istediğim kitaplardan biri :)) Umuyorum kısa zamanda başlarım :))

    YanıtlaSil
  2. Bence ilk firsatta okumaya baslamalisiniz. Israrla tavsiyemdir :)

    YanıtlaSil